kadınların hayatı

...Özellikle bir kariyerin içinde yaşayanların, üstelik ailesi olanların, bütün güzelliklerine rağmen çok zor olmalı diye düşünüyorum. Çocuğum olmadığı için ne kadar çalışsam da empati kuramıyorum. Fakat onlar için işe yarayacak başka şeyler yapabildiğim için çok sevinçliyim. Kocaları, çocukları; kadınların sohbetlerine burnunu sokabilecek kimse yoktu. İki Sinem, Banu, İpek, Meltem ve Julianne Moore o kadınlardan bazıları. Güzel, aktif, konuşkan, hayat dolu. Onlara yemek yaparken hoşuma giden şey kusursuz tırnakları, stili olan saç kesimleri ve mesleklerinin adları değildi. Bir sürü sorumluluk ve gizli stresler taşıyor olmalarına rağmen, bu çelik kalıplarından kayıtsız bir şekilde çıkabilmeleri ve asıl hayata rutin rollerinden sıyrılıp da dalmaları içimi ısıttı. Şarap minnetle tükendi, müzik heyecanla çaldırıldı. Yemek ise o midelere inecek diye çok mutluydu.




Ortada sofraya davet eden bir Yunan köy salatası, sırada yazın verdiği son tatlı domatesle domates mücveri ve yanında zeytinyağlı süzme yoğurtlu sos; devamında manitaropita (mantar böreği) ve bitişinde fırında hardallı küp patates ve limon soslu dana eti. Kafalar artık hazırdı ve akşamın zirvesine çıkmadan az önce, girit kökenli sfakianopitayı (keçi peyniri içeren ve üzerinde bol bal elle açılmış ince hamur) yedirmeden masadan kalkmalarına izin veremezdim. A, bir de, kızlara dansa başlamadan ev yapımı tsikoudia da içirdim. Oturaklı ev sahibi Sinem Girit'li olsa gerek bu kadar cesurca içebildiği için! Sonra sohbete bile gerek kalmadı...




Bu hoş kadınlara güzel yüzleriyle blogumu süslememe izin verdikleri için teşekkür etmek istiyorum. Sizin için yemek yapmak doyurucu bir zevkti!







şaraplı horoz; senden başka yok içimde

Bir ömür boyu hepimizin sadık kalacağı şeyler vardır mutlaka. Kendimizi keşfetmeye başladığımızdan beri aşklarımız, tercihlerimiz, kararlarımız zamanla değişiyor olsalar bile, onlardan bazılarının hayatımızda sabit kalacakları kesin. Özellikle yemekler ve kokular duygularımızın yerine geçebilme gücüne sahip oldukları için, kayıtsız bir şekilde sonsuz sadakat gösterebildiğimiz tek dünyadır belki. Nereden esmeye başladı bu nostaljık rüzgarlar diye düşünüyorsanız, hemen anlatacağım...



 Her şey yıllar önce başladı, boyum bir metreden yüksek değildi. Güzel ninemin evine gitmiştim, birkaç gün onunla birlikte kalacaktım. Nineyle tatil yapmak hayatımda yaşadığım en heyecan verici olaylardan biriydi. Evi çeşit çeşit kumaşlar ve danteller dolu kücük bir labirentti. Kendisi terziydi. Ayrıca çok acayıp kız arkadaşları vardı; onlardan bir tanesi tıpkı masallardaki cadılara benzerdi ve evinin gri avlusunda tavuklar ve kediler beslerdi. Ve o teyzenin garip olduğu kadar aynı ölçüde tuhaf bir tavuğu da vardı. Ismi horozdu. O tavuk oldukça züppe ve gıcıktı, onunla uğrasmamdan da hiç hoşlanmazdı ve bir gün bana saldırması kaçınılmazdı. Kırılmıştım. Fakat çok yakında yollarımız bir cenazenin yemeğinde tekrar kesişecekti.



 Ninemle gitmiştik yine, bütün etkinliklere birlikte katılırdık ve cenazeler nedense çok eğlenceli olabilirdi bazen. Fakat o gün sonsuza dek kalbimde iz bıraktı, çünkü o cenazede hayatımda tatmış olduğum en büyüleyici yemeği yemiştim. Önüme inen tabak tarçın ve yeni bahar kokuyordu ve içimde yarattığı mutluluğu kesinlikle tasvir edemem. Etrafa bakmıştım, henüz tadına bakmamıştım, sadece kokusunu almıştım. Benimle dalga geçiyor olmalılar, bu ne, bu ne? diye düşünmüştüm. Siyah giyinmiş ağlayan teyzelerin görüntüsü ve sesleri birden kayboldu, yemek artık damağıma ulaşmıştı. Ağızımda beklettim, yavaşça yuttum. Etrafa bir kez daha baktım. Tabağa aşırı bir tutkuyla dalmak isterdim ama maalesef yemekle başbaşa değildik. Beni deliler gibi aç zannedecekler diye çok korkmuştum. Utanmıştım. Sanki hırsızmışım gibi etrafıma sürekli bakarak yemeğe devam etmiştim. Tabağımı bitirince bir teyze bunu farketsin ve tekrar doldursun diye minik bir dua okumuştum içimden ama nafile.Onlar ağlamakla meşguldu. Sessiz ve şok içinde eve dönmüştüm ninemle. Ertesi gün yaşadıklarımı anlattım ona. Bu kadar beğendiysen ben yaparım sana aşkım deyip öpmüştü. Sözleri beni şaşırtmıştı, bu kadar basit olamazdı...Ve o günden beri, en sevdiğim yemeğin hangisi olduğu sorulduğumda düşünmeden şaraplı horoz diye cevaplarım.



Evet, pişmesinin çok uzun sürdüğü doğrudur. Eti çok kaslı ve sert ama iyice pişerse, gözlerinizi açamadan yersiniz anormal lezzetli etini. Sanki kendisinden baharatlı. Belki o yüzden çok züppedir herkese karşı. Düşünebilir misiniz, sarımsak olmasa da olur bu sefer! Yeter ki sote ettikten sonra dolgun kırmızı bir şarapla söndürün ve kullanacağınız domates salçası taze domatesten değilse, mümkünse organik salça kullanın. Bir baston tarçın ve mutlaka tane yeni bahar. Biraz zeytin yağı, su ve kralımızın tamamen yumuşamasına kadar kısık ateşte pişmesine izin verin. Makarnayla eşlik etmeniz şart. Bir yanda da rendelenmiş sert ve kuru keçi peyniri de dursun çünkü onu tereyağında bronzlaştıracaksınız. Renk aldıktan sonra süzgeçten dönmüş spagettiye dökün ve karıştırın. Çukur tabaklar çıkarın, yemeğinizle derine ineceksiniz. Aynı peynirden yakmadan tabaklarınıza yağdırın. Sizin adınıza çok mutluyum.





Powered by Blogger.